25 Eylül 2013 Çarşamba

Bazen delilik, mutluluktur...

Eğer bu yazıyı okuyorsanız ve kendinize bir iyilik yapmak istiyorsanız bir "delilik" yapın. Ama sadece kendinize ve kendi başınıza...Normalde asla yapmam diyeceğiniz veya tüm normal (?) insanların duyduklarında çıldırmış olabileceğinizi düşündüğü bir şeyler yapın. Kim ne dermiş, ne düşünürmüşler olmadan sadece hayal ettiğiniz birşeyi ötesini berisini hesaplamadan yapın,gerçek kılın. Bugün az önce tam da öyle bir şey yaptım ve kendimi dünyanın en mutlu insanı hissediyorum. Belki de kontrol delisi bir insan olduğumdan sıradışı yaşadıklarım beni yeniden yaratıyor, ruhumu besliyor.

Birçoğumuz beslenmeye önem verir ve yediğimiz,içtiğimizin hesabını yaparız. Ama en çok beslememiz gereken yer ruhumuz. O ruh doymayınca hiçbir derde deva bulunmuyor. Hatta yakın zamanda gittiğim bir cilt doktoru derinin beynin konuştuğu yer olduğunu söyledi. Beyin ne kadar rahatsızsa deri hastalıkları da daha pek çok hastalık gibi ortaya çıkıp alarm veriyor bize. Sürekli bedeni dinleyip "şu sebepten şu oldu bu oldu" diye düşünmek de doğru değil ve yıpratıcı oluyor (tecrübeyle sabittir) Ancak bazen mesajları doğru okumayı bilmek gerekiyor hayatta.


Aylardan Eylül, mevsimlerden güz olur da ben hayatımı baştan yaratacak ,yenileyecek yepyeni kararlar almam mı? Şimdilik neler oldukları sadece bende saklı kalacak. Ama sevgili günlük sana ihanet etmek istemesem ve teknolojisiz yaşayamasam da bir süreliğine hayallerimi içimi açan,gözüm gibi baktığım defterlerime yazacağım.

Eylül hem güzün başı, hem okulların açılması hem işin başlaması demektir kendimi bildim bileli. Belki de bundan sebeptir hep yeni başlangıçlara gebedir ve benim için kişisel tarihimin milatlarıdır.

Herkesin kendi milatlarını yaratacak gücü ortaya çıkarabilmesi dileğimle...






1 Eylül 2013 Pazar

Eylül'de Gel...

Eylül yenilenme mevsimi...Ağaçların yapraklarını dökmeye başlaması,sararması hep yeniliklere işaret ediyor benim için. Ruhuma renk geliyor sanki en çok renk bu mevsimde var. Yaprakları hiç güzdeki kadar renkli gördünüz mü?

Ruhumun,bedenimin,benliğimin yenilenme mevsimi. En güzel renkleri kuşanıp kızıl kahvelerle sarıp sarmalandığım mevsim...

Her yaz bir "yazın yapılacaklar" listesi hazırlayıp gerçekleşenlerin yanına işaret koyardım. Fark ettim ki bu yaz yapmamışım.O kadar yorulmuşum ki hayallerime bile zaman ayırmak zor gelmiş. Bazen kendim bile kendime fazla geliyorum sanki.Ben bile beni taşıyamıyorum. Günler bazen daha çekilmez bazen de tuhaf bir hızda yetişememe hisleriyle dolu olarak geçip gidiyor şu sıralar. Listesiz çıktığım bu yaz yoluma bir seyahat hayali sığdırdım. Karaköy'de bakıp iç geçirdiğim "bir gün ben de gitmeliyim" dediğim gemi seyahatini gerçekleştirebildim. Bolca düğüne gittim mutluluk şahidi oldum. Aslında her zaman yaptığımdan  o kadar az şey yaptım ve zaman o kadar hızlı geçti ki anlayamadım bile...

Mutluluklar bazen sevinçten bazen de keşkelerden ağlatır oldu. Gözyaşları da günler gibi bir tuhaf oldu daha nadir ama daha şiddetli...

Bu güz eminim başka bir güz olacak..Hep öyle olur...

Eylül'de Gel

Tatil geldiği zaman
Ağlarım ben inan
Gidiyorsun işte 
Arkana bakmadan
Nasıl geçer bu yaz
Ne olur bana yaz
Sen sen sen
Sen bir ömre bedel
Yok yok yok
Gitme gitme gel
Eylülde gel 

Okul yolu sensiz
Ölüm kadar sessiz
Geçtim o yoldan dün
İçim doldu hüzün
Yapraklar solarken
Adını anarken
Bekletme ne olur
Gelmek zamanı gel
Yok yok yok
Gitme gitme gel
Eylülde gel

Eylülde gel Eylülde okul yoluna
Konuşmadan yürüyelim gireyim koluna
Görenler dönmüş hem de mutlu diyecekler
Ağaçlar sevinçten başımıza konfeti gibi
Yaprak dökecekler



14 Ağustos 2013 Çarşamba

Sezen Gecesi

Bu geceyi "Sezen Gecesi" ilan ettim kendime. Kafa hafif bulanık ve çakır; özlem,acı,yorgunluk birbirine karışmış ve bu sözler beni benden almış.
Gökyüzünde yeryüzünde
Gün doğdu mu her gün ilk gün
Her gün aydınlıktır

Yoksa ümit her şey loş karanlıktır
Yar gurbette can yürekte
Bir kafeste nE amansız
Sonsuz ayrılıktır geçmez zaman
Her gece hep aynıdır

Fırtınada, ak ayazda
Sürgün her yerde hep yalnızdır
Gül açsa da, kuş uçsa da
Görmez dargındır

Her durakta, her uykuda
Sürgün her nefeste yalnızdır
Her şafakta, her yudumda
Hasret sancıdır

Yol olsa da, ses duysa da, dağ aşsa da
Her adım son, her an son adımdır
Tek başına yalnızlık
Bir yankıdır


Şarkısı:Sürgün 

Gözümde akmayan yaşlar
İçimde yıllardan kalma birikim
Bilmem ne zaman patlar
Bilirim sonu gelir her sorunun
Bilirim sonu var bunun
Çaresi bulunur bilirim her sorunun

Hiç parasız pulsuz kalmadım ki
Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki
Neden neye kime bu özlem?

Yüreğimde fırtınalar
Ve suskun artık umutlarım
Sanki benden hesap sorar
Bilirim sonu gelir her sorunun
Bilirim sonu var bunun
Çaresi bulunur bilirim her sorunun

Hiç parasız pulsuz kalmadım ki
Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki
Neden neye kime bu özlem?

Şarkısı:






27 Temmuz 2013 Cumartesi

Can Sıkan Zıtlıklar

Ne zaman akıllanır insan? Hem akıl abidesi gibi dolaş ortalarda hem de ayakta uyutulduğundan habersiz ol.

Hem herkesi ve herşeyi çok ciddiye al herkes gibi (?) hem de aslında o meşhur "herkes"inin kimseyi iplemediğini gör. Hem herşeyi yerden yere vuran ,"asla"lar ile çokça konuşanları dinle hem de o yermeye meraklı "asla"lıların özünde tüm" asla"lara eyvallahı olduğunu gör.

Özü sözü bir sandığın en delikanlı arkadaşlarının -tükürdüğünü yalamayı geç-yalama olmuş hayat tarzını yaşam biçimi olarak algıladıklarını öğren.

Belki de doğru olan budur ben yanlışım. Her kim ki iki dudağı arasında dökülen kelimelerin,düstur edindiklerinin tam tersini yapıyor mutlu oluyor tuhaf bir şekilde.

Kaçıncı benzer sahne ilk değiller, son da olmayacak biliyorum. Belki de benim sonlandırmam gerek.

Yedekte birilerini tutmalı, kardeş/arkadaş saydıkların, eski sevgilinin arkadaşlarını yarın öbür gün işe yarar diye bekletmeli el altında. Teknoloji çağına aşk da uyum sağlamış "yedek bellek" gibi "yedek aşklar" yaşanır olmuş. Genişçe nüfuzlu insanlar ülkesinde pollyanna sadece bir masal unutulmaya yüz tutmuş. Yok yok yanlış söyledim unutulmuş diyecektim. Hatırlansaydı eğer, anlayan birileri çıkardı elbet...Konuşacak,iki kelam edecek,dediğinin arkasında duracak...

Yanlış bir zamanda, yanlış bir coğrafyada, yanlışlıkla düşmüşüm dünyaya...Ne dünya bana uyabiliyor ne de  ben dünyaya uyabiliyorum. Zamansız,mekansız arafta yaşıyorum...




19 Temmuz 2013 Cuma

KANATLARA VEDA ETMEK...

Kanatlarına ihtiyacı kalmadığını anlaması kolay değil bir insanın...Ama daha zor bir şey daha var .. o kanatlarla yaşamak...

Onları melek yapınca yücelttiğimizi sanırız. Oysa yaptığımız düpedüz aşağılamadır aslında. Bir insanı melek olmaya zorlamak kadar büyük bir şeytanlık düşünemiyorum. İyiliğinizi isteyen bir dostunuz günün birinde şunu diyor: “Sen çok düzgün bir adamsın. Bu da insana hüzün veriyor...”

Şöyle cevaplıyorsunuz: “Hayatta hata yapma şansın olmayınca düzgün oluyorsun mecburen. Yoksa ben de saçmalamak isterdim. Yanlış kararlar vermek, zamanı boşa harcamak, Amsterdam’a gidip ot çekerek yerlerde yuvarlanmak emin ol pek hoşuma giderdi. Bunları yapma lüksüm olmadı ama. Çünkü tüm mesaimi hayatta kalmaya ve yeteneklerimi geliştirmeye harcamak zorundaydım”.

O sırada kocaman köpeği gelip oturmuş oluyor yanına. Küçükken seyrettiğiniz Lassie dizilerinden fırlayıp gelmiş tatlı bir şey. Arkadaşınız bir sigara yakıyor, sadık dostunu okşayarak dinliyor sizi.

“En kötü tarafı da ne, biliyor musun?” diyor, elini altın sarısı tüylere bir kez daha daldırarak: “Kendini melek zannediyorsun. Melek olmaya çalışıyorsun. Bu da seni mahvediyor”
“Ne yapayım?” diyorsunuz.
“Kanatlarınla vedalaş” diyor.
Ne var ki zor iş insanın kanatlarına veda etmesi.
Kanatlarına ihtiyacının kalmadığını anlaması kolay değil. Ama her zaman daha zor bir şey var hayatta: O kanatları taşımak.
Mesele kanatların ağır olması değil sadece. O tuhaf ve tüylü şeyleri omuzlarımızda taşırken iki büklüm olmamız da değil. Asıl sorun, kanatların bizi melek yapması.
Yani haklı arkadaşınız.
Kanatlar meleğe dönüştürüyor sizi. Temiz, beyaz, masum varlıklar haline geliyorsunuz. İlk bakışta güzel görünüyor tabii; etrafınızdaki halenin herkesin gözünü kamaştırması hoşunuza gidiyor. Caddelerde kanatlarınızı hafif hafif kımıldatarak dolaşmaktan benzersiz bir zevk alıyorsunuz.

Sonra sonra anlıyorsunuz, bunun cendere olduğunu.
Çünkü melek olunca aşık olmaya, sevişmeye ya da intikam almaya hakkınız yok. Adı üstünde, meleksiniz çünkü. Bir melekten ne bekleniyorsa onu yerine getirmekle yükümlüsünüz. Başkalarının gözündeki melek imajına hizmet etmekle geçmeli hayatınız.
Tabii hayat geçip gitmeli bu arada.

“O salak kanatları omuzlarıma takanı bir bulursam yapacağımı biliyorum” diyorsunuz arkadaşınıza.
Kahkahayla gülüyor. “İnşallah geç kalmamışsındır” diyor sonra.
Melek olmak bu yüzden biraz hüzünlü işte. Tatsız bir varoluş biçimi. Etrafınızdaki meleklere dikkatle bakın; başkaları için yaşadıklarını göreceksiniz.

Annemiz, öğretmenimiz, babamız ya da kardeşimiz onlar. Cinsiyetleri yok. Başkalarının biçmiş olduğu melek rolünü çıt çıkarmadan oynayarak yuvarlanıp giderler.
Onları melek yapınca yücelttiğimizi sanırız. Oysa yaptığımız düpedüz aşağılamadır aslında. Bir insanı melek olmaya zorlamak kadar büyük bir şeytanlık düşünemiyorum.
İlahi hiyerarşide bile melek insandan sonra değil mi?
Melekler başka şansları olmadığı için iyi ve masum. İnsanoğluysa kendi seçimiyle iyi ya da kötü olabiliyor.
Onu yaradılış dekorunda başrole çıkaran da bu belki: Işığa olduğu kadar karanlığa da sahip olması. İkisinden de beslenerek bulması, evrenin muhteşem döngüsü içindeki yerini.
Yoksa o kadar büyüyor ki kanatlarınız, yürümenizi engelliyor artık.
Sürekli başkalarının ne diyeceğini, nasıl göründüğünüzü, töreye uyup uymadığınızı düşünmekten yaşamaya fırsatınız olmuyor ve bu mutsuz ediyor sizi.
Oysa mutsuz olmak istemiyorsunuz. Mutsuz bir baba ya da anne olmak istemiyorsunuz.
Mutluluk özlemi dolaşıyor damarlarınızda. Melek kanunlarına göre suç işlediğinizi düşünüyor ve suçluluk duyuyorsunuz. Meleklere özgü bu suçluluk duygunuzu kullanarak size istediklerini yaptırabilirler.
Suçluluk bir duygudur çünkü. Tıpkı aşk gibi.
Aşık oluyorsunuz bu arada. Böylece her şey kendiliğinden çözümlenmiş oluyor. Kanatlarınız derhal alınıyor elinizden. Meleklerin aşık olmaya hakları yok, biliyorsunuz. Aşık olmanın cezası, dünyaya kafa üstü düşmek.
Oysa bilmiyorlar: Uçmanızı engelleyen o ağır kanatlardı aslında...

Kanatlarınızdan kurtulunca hafifliyor ve özgürleşiyorsunuz. Kendi isteğinizle seviyorsunuz bir çocuğu, başkaları öyle istediği için değil. Kendi isteğinizle kokluyorsunuz bir kadını, kardeşinizin yardımına koşarken işinize yarayan başkalarının taktığı kanatlar değil, insan bacaklarınız oluyor.

Melek değilsiniz artık. Bu sizi insanlaştırıyor.

Hata yapabilir, saçmalayabilir, yanılabilirsiniz. Provası olmayan bu dünyada kusursuz olma mecburiyetinden kurtulabilirsiniz.

Kanatlarınızla vedalaşıyorsunuz. Özgürlüğe uçabilirsiniz artık...



NOT:Çok eskilerde bir yerlere kopyalamaşım kaynağını bilmiyorum:(

16 Temmuz 2013 Salı

SIZI...

Sızım sızım sızlar içim
Gözümde akmayan yaşlar
İçimde yıllardan kalma birikim
Bilmem ne zaman patlar

Bilirim sonu var bunun
Bilirim sonu gelir her sorunun
Bilirim sonu var bunun
Çaresi bulunur bilirim her sorunun

Hiç aç susuz yaşamadım ki
Hiç parasız pulsuz kalmadım ki
Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki
Neden neye kime bu özlem

Sızım sızım sızlar içim
Yüreğimde fırtınalar
Ve suskun artık umutlarım
Sanki benden hesap sorar

Bilirim sonu var bunun
Bilirim sonu gelir her sorunun
Bilirim sonu var bunun
Çaresi bulunur bilirim her sorunun

Hiç aç susuz yaşamadım ki
Hiç parasız pulsuz kalmadım ki
Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki
Neden neye kime bu özlem

Sezen AKSU

29 Haziran 2013 Cumartesi

Günlük Günlerime Dönüş...Rakı İçen Kadın...

Uzun bir ara ,hayat koşturması,sorgulamalar,ertelemeler ve yeni keşifler...
 
Can Baba  ve "hep yeni kal" ile açılış günlük günlerime...
 
Rakıyı içen kadın gülüyorsa, o gülüşün ardında en az dokuz roman, on dört tane de film repliği yatar.
Rakıyı içen kadının gülüşünde, bu dünyanın en zararsız mut...luluğu vardır çünkü, büyük gülerler, büyük susarlar…
Rakı içen kadın, rakıyı çok sık içmez.
Ama rakıyı içtiği an, bil ki içme zamanı gelmiştir ve konuştuklarında net konuşurlar..
O kadınlar keyfine doyum olmayan bir akşamüstü sonrasında, bir kıyıda köşede, gece sefası gibi açarlar.
O kadınlar, afet-i devrandır…..
Ve, rakı içen kadının elleri güzeldir…
O kadınlar, senden başkasını severlerken bile seni incitmezler.
Rakı içen kadın, cihanda sulhtur: ağdalı değil, nağmeli sever.
Rakı içen kadın güzeldir, masasındakiler de...
 Can Yücel
 
 

17 Mayıs 2013 Cuma

Eksik Bir Şey Mi Var?

Eksik Bir Şey Mi Var?

Eksik bir şey mi var hayatımda
Gözlerim neden sık sık dalıyor
Eksik bir şey mi var hayatımda
Gökyüzü bazen ciğerime doluyor

Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam
Atsan atılmaz, satsan satamam
Eksik bir şey mi var, anlayamam
Bak çayım sigaram, her şeyim tamam

Kalksam duraktan dolmuş gibi
Arka koltukta unutulmuş gibi
Terliklerimle, gelsem sana
Sonunda aşkı bulmuş gibi

Beni benden alan sözler, tınılar...

14 Mayıs 2013 Salı

Can Baba'dan...Kötü değil mi?


Hiç, bir insanı unutmak,

Bir insandan vazgeçmek,

Bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda kaldın mı hiç?

Hani ölmüş gibi,
Hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
Her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip ...ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
Ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
Ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi sen hala bu kadar sevgili iken ?Özlemek,
Bu kadar özlemek,
Etini kemiğini yakarcasına özlemek,
Çok kötü değil mi?

Can Yücel
 
 

27 Nisan 2013 Cumartesi

Bir Haftasonu Tek Başına Olmak Demek...

BİR HAFTASONU TEK BAŞINA OLMAK DEMEK ;

Olumlu herşeyi bir kenara atıp istediğin kadar olumsuza odaklanabilmek,

Bazı cumartesi-pazarlarını deli gibi eğitimlere ayırırken bazılarında yataktan bile zor kalkmak demek,

Cumartesi geceleri rakı sofralarında, pazar sabahları kahvaltı sofralarında etiketlenememek demek,

Cuma iş çıkışı bir kaçamak yapıp atlayıp arabaya,telefonları da kapatıp teknolojiden uzak iki kişilik bir tatil yapamamak demek,

Sertleşmiş tırnak diplerini törpüyle,makasla değil dişinle koparmak demek,

Yağlı saçlarını yıkamaya üşenmek,duştan sonra kabarmasını umursamayıp hiç fönlememek demek,

Abur cubur ve yemeğin dibine vurup alınan kilolardan rahatsız da olsan "hayy ben bu dünyanın içine"deyip umursamamak demek,

Akşam yatarken veya sabah uyandığında yatakta ayağına değen bir ayak, ensende bir nefes, uyurken kalp atışlarını duymaya çalıştığın birinin olmaması demek,

Hafif çakır keyf gelinen bir cumartesi gecesinde seni kollarının arasında sıkı sıkı saran, öpüşürken nefesini kesen birinin olmaması demek,

Kız kıza çıkılan eğlencelerde yan masalardakileri kesip "adama baaak kadına bak millette şans var kızım" muhabbetlerini fon diple kesmek demek,

Kadın kadına eğlencenin dönüşünde apartmana girdiğinde, arkandaki boşluğa uzuuuun uzun bakıp o anda orada sana bakan bir çift göz olmasını hayal etmek demek,

Eşi/sevgilisi olan arkadaşlarını artık arayamamak, planlarına dahil olamamak, olmak da istememek demek,

Bazen herkesin en sevdiği günlerin senin nefret ettiklerin olması demek,

Her baharda umutların tavan yapması ama içten içe de korkmak demek,

Sesin duyulmasın diye yastığa gömülüp ağlamak ve ertesi güne "belki bir gün..." diye uyanmak demektir...











12 Nisan 2013 Cuma

İkinci el dostluk

   "Dostlarınıza zaman ayırın" der tüm bilge kişiler. Herkes gider, aile gider, eş gider, sevgili gider veya gitmeseler de bir sorun olduğunda hep herşeyi, en ince ayrıntısıyla konuşabileceğiniz kişi dostlarınız olur. Ama bazen o dost dedikleriniz canınızı bilerek/bilmeyerek ,belki de sadece egolarıyla yaşadıklarından yenik düşerler vefasızlığa. Ele geçirir vefasızlık onları bir de bencillik girdi mi koluna değmeyin keyiflerine...Koca koca haklı sebeplerden çocukları olur bu mutlu(!)çiftin. Neyi nasıl söylediklerinin ve o lafların nereye gittiklerini hiç önemi kalmaz artık. Çünkü aile vardır artık ortada soyları taaaa "çıkarcılık krallığına" dayanan...

   Hiç kimseye, hele de dost dediklerine asla ihtiyacın olduğunda,zordayken,sıkışınca "koş" diyeceğin bir eşya gibi davranma! İncineceğini,arada çıkarılacak biri değil de hayatında değerli biri olduğunu hissettirmeyi unutma! İkinci el eşya bile kullanmıyorken ikinci el dostlara kalmak istemiyorsan...

8 Mart 2013 Cuma

Kadınlar...


   Hayat keşke tıpkı şu resimdeki gibi olsa...Kadınlar bahar renklerinde ,keyifli masalarda gözünün içine içine sevgiyle bakılan şımartılan kız çocukları olsa.Cinayet,töre,ayıp,günah,eğitim hakkının alınması gibi şeyler olmasa artık gazetelerde ve haberlerde. Dileğim; pozitif ayrımcılığın değil eşitliğin konuşulduğu ,paylaşıldığı günlerin olması. Tüm erkekleri yetiştirenin de bir kadın olduğunun unutulmaması.Ve kadının en büyük düşmanının bir başka kadın olmaması. Eminim ki, yarına kalsa da yanına kalmıyor kimsenin. Boşa zaman harcamamalı hiç bir kadın.

   Hayat; kadınlar günü için tüm kız arkadaşlarına ve öğretmenine minik resimler çizip boyayan bir kız çocuğunun masumiyetinde olmalı...


15 Şubat 2013 Cuma

Her Çocuk Kitap Kurdu Olsun

"Her çocuk bir kitap kurdu" sloganını görür görmez çorbada tuzum bulunmalı ve bunu daha bir çok kişi duymalı, bilmeli dediğim başarılı bir kampanya haberi yazacağım bugün.İnternet sitelerinden aldığım yazıyı paylaşıyorum.

Bugüne kadar yaptığı faaliyetlerle ihtiyaç sahibi ailelerin sorunlarına derman olmayı kendisine ilke edinen SEVGİ MAĞAZASI yine bir ilke imza atıyor.

Edirne’den Ağrı’ya kadar yurdumuzun her köşesindeki ihtiyaç sahiplerine ulaşmaya çalışan; din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı yapmadan ayakkabı, oyuncak, kırtasiye malzemesi, mutfak eşyası, kuru gıda ve kıyafet gibi eşyaları ücretsiz dağıtmak için 02.02.2002 de kurulan “Sevgi Mağazası”
“Her Çocuğumuz Kitap Kurdu Olsun” sloganı ile “Kitap Kampanyası” başlatarak, bugüne kadar hiç kitabı olmayan, okumaya hasret çocuklarımıza oyuncak kampanyasının ardından bu kez de kitap dağıtmak üzere 2009 yılında yola çıktı. Siz bağışçılarımız tarafından Derneğimize getirilen kitaplardan; her yıl olduğu gibi sadece 2012 yılında 10327 adet kitap köy okullarına, Derneğimizden yardım alan öğrencilere ve iki ilde kurulan kütüphanelere teslim edilmiştir.

Ülkemizin her köşesinde okumaya aç çocuklarımıza ve gençlerimize okuma alışkanlığını aşılamak ve yaygınlaştırmak için, hep birlikte elele verelim ve bu yolculukta kitap okuma isteğinde olan çocuklarımızı KİTAP KURDU yaparak yüzlerini güldürelim.

Kampanya 05-15 yaş arası çocuklar içindir.

Boyama kitapları, okul öncesi hazırlık kitapları, hikâye kitapları, çocuk romanları, klasikler ve gençlik kitapları kampanyamız kapsamındadır.

İnternet adresi ve iletişim: http://www.sevgimagazasi.org/2013/02/ulkemizde-her-cocuk-kitap-kurdu-olsun/

8 Şubat 2013 Cuma

Maceralı Yolculuk Part 1: Batum'dan Girne'ye

   Yağmurlu bir pazar sabahı herkesler uyurken düştüm havaalanı yollarına.İstikamet Batum...Araştırmalar yapıldı,sırtçantası hazırlandı,yol arkadaşıyla buluşuldu.Ama tuhaf bir şekilde bir de rahatlık var içimizde..

   Havaalanına gittik chenck in açılmadı geç açılacak cevabı aldık.Biz de bir kahvaltı yapalım deyip oturduk.Yarım saat sonra telefona bir mesaj geldi "uçuşunuz rüzgar nedeniyle iptal oldu" Nasıl yani ?şaka olmalı bu "derken gülsek mi ağlasak mı bilemeden soluğu kalabalık ve gürültülü bir grubun arkasında aldık.Batum'da havanın güzel olduğu , diğer havayollarının uçuşlarının devam ettiğini söyleyenler olsa da firma nuh diyor peygamber demiyor.

   Gezenti ruhlarımız vizesiz gidilebilecek her yeri araştırmaya başladı:) Yalnız firma genellikle Balkanlara uçuyor ama biz -15dereceye ve kar fırtınalarına hazırlıklı değiliz.Arkadaşlar arandı,internetten tarandı en uygun yer Bakü dedik bileti Bakü'ye çevirmeye gittik.Bu sefer firma bileti değiştirmedi bir de onun krizini yaşadık. Geriye gidilecek tek yer Lefkoşa kaldı. Biz de Lefkoşa'ya biletimizi çevirdik,yemek yedik ve Lefkoşa ile ilgili bilgi toplamaya başladık. Uçağa binip Ercan havaalanına indik.Bu sefer de taksiciler Lefkoşa'da grev olduğunu,kalacak yer bulmakta zorlanacağımızı, her yerin kapalı olduğunu ve çöplerin bile toplanmadığını söyledi.Siz "Girne'ye gidin" dediler biz de olur dedik günümüzün dördüncü rotası olan Girne'ye gittik:)

   Girne, Kıbrıs adasının ve Akdeniz’in en güzel liman şehirlerinden biri.Bir tarafta Beşparmak Dağları’nın tertemiz havası bir tarafta Akdeniz’in kokusu.Sadece bir liman kenti olmasından değil pek çok medeniyete ev sahipliği yapmasıyla da önemli bir şehir olduğunu düşünüyorum. Gerçi Kıbrıs’ta şehirlere “kaza” deniyormuş ama alışık olduğum ve kaynaklarda yazdığı üzere şehir diye anlatacağım.Girne’de ulaşım biraz sıkıntılı sadece belirli saatlerde sabit bir hat üzerinde gidip gelen minibüsler var ve bu hat gezmek isteyeceğiniz yerlere kesinlikle mesafeli.Zaten dağ ile deniz arasında bir şehir olduğundan oldukça dağınık bir yerleşim yapısına sahip. Araba kiralamak en ekonomik ulaşım ancak trafik ters yönde akıyor ve direksiyonlar sağ tarafta bulunuyor. Hatta havaalanına ilk indiğimde cep telefonuma gelen ilk mesaj trafiğin ters olduğu karşıdan karşıya geçerken ters tarafa bakmam gerektiği oldu.


 
   Girne’nin kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte M.Ö. 10. Yüzyıla kadar dayandığı düşünülüyor.Bizans,Lüzinyan,Venedik,Osmanlı medeniyetlerine gerek savaş gerek savunma gerekse dinlenme amaçlı hizmet etmiş bir şehirdir. Yaz mevsimlerinde oldukça hareketli bir hayat olsa da kışın da casinolara gelenler oldukça fazla oluyormuş. Özellikle Türkiye’den gelenler çoğunluktaymış.

 
   Girne’ye gelince ilk gezilecek yerin Girne Liman’ıdır.Yüksek dağların altında, alçak katlı eski evler,sahil cafeleri ve restaurantları ve marinasıyla tam bir Akdeniz kasabası.Limanın diğer tarafı lüks otellerin casinoların olduğu ve yazın oldukça hareketli olan kısmını oluşturuyor. Limanın en uç kıyısında Girne Kalesi bulunuyor. Kalenin Arap akınlarına karşı şehri korumak amaçlı olarak Bizanslılar tarafından yapıldığı düşünülüyor.Ardından Kıbrıs’ı ele geçiren aslan yürekli Richard’ın kaleyi Fransız Lüzinyan’lara satıp üç yüz yıllık Lüzinyan egemenliği başladığı düşünülüyor.Kale Lüzinyan’lara geçince Bizans dönemiden kalma yerlerin yanına yeni bir giriş kapısı,muhafız kuleleri,ok mazgalları ve zindanlar eklenerek savaş zamanında sığınma barış zamanında dinlenme yeri olarak kullanılmaya başlanmış.Kale Ceneviz saldırılarında zarar görünce Venediklilerce geliştirilerek korumaya alınmış ardından Fransız kralı Osmanlı’ya teslim olunca da Osmanlı himayesine girmiştir. Kale içinde işkence odasında, Lüzinyan döneminde komutana ihanet eden bir askere yapılan canlandırmalar sergileniyor.Buranın tam karşısında zindana atılıp karnına taş bağlanarak çocuğu düşürülmeye çalışan bir prensese yapılan işkenceler canlandırılıyor ; St. George kilisesi bölümünde, Bizans döneminde yapıldığı tahmin edilip önceden kale dışında olup sonradan içeri alınan bir kilise bulunuyor.Kırnı mezarları bölümünde, kazılarda çıkarılmış tunç dönemine ait kalıntılar sergileniyor. Venedik ve Lüzinyan kalesi bölümünde, Venedik ve Lüzinyan askerlerinin canlandırmaları bulunuyor. Sarnıç, dönemin su ihtiyacını karşılayan bölümüdür.

 
   Seyahat planımda birkaç saatte dört rota değiştirdiğimden notlarımı toplamam zor oluyor.Devamı yolda...
 

26 Ocak 2013 Cumartesi

Sömestre Planları

   Bugün itibariyle yenilenme,kendimi şarj etme,dinlenme,keyif çıkarmak için bana verilmiş 14 günüm bulunmakta:) Her ne kadar birçok kişilerce  "çok büyük nimet ,ohh ne rahatsınız" gibi söylemlere maruz kalsak da, saatler boyunca yirmi beş tane (25)ana sınıfı öğrencisiyle hiç nefes almadan çalışan ana sınıfı öğretmenlerinin yerden göğe kadar hakkı olduğuna inanıyorum.Bedenin ve ruhun şarja ihtiyacı var.

   Günlük gibi de gördüğüm bloguma yazmayalı da çok olmuş.Hemen bir tatil planı yapıp buraya da kanıtını koymam gerektiğini düşündüm.





Gerçekleşecek ilk maddem "uçmak" olacak yarın . Tatil "uçunca" güzel :)