31 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Yılın Son Günü Şiiri

Murathan Mungan'dan...

Bir yıl daha bitiyor
İşte bu kadar duru,bu kadar yalın
bu kadar el değmemiş
sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın
bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri
her sonda her başlangıçta ve her defasında
alır gibi bir başkasını karşımıza
perdeler çekip,ışıklar söndürüp
oturup yatağın içine bir başımıza
sorgulamak kendimizi
öğrenmek ikizin anadilini,ikinci belleğimizi
öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
bu aynaların dehlizlerinde gezinirken görürüz
karanlık günlerimizin kenar süslerini

biterken bir yılın son günleri
biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini
gençlik ikindilerini

kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri

II.
bir yıl daha bitiyor
düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden
bana mı öyle geliyor
yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?

III.
kırdım mı incittim mi birilerin
kimleri kazandım,yitirdiklerim kimler?
kendimi yineledim mi yazdıklarımda?
yeniden düşünmeliyim
dostluklarımı,ilişkilerimi
dağınık yatağım,mutsuz yatağım
çoğalttın mı eksiklerimi
gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
borçlarımı ödedim mi?
doğru seçtim mi soruların fiillerini?
tırnaklarım kesilmiş,dişlerim fırçalanmış,saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü,odam düzenli mi?
ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
geri verdim mi aldıklarımı:
aşkları,dostlukları,sevgileri,güvenleri,bağları
kitaplara,sayfalara,satırlara borcumu ödedim mi?
yokladım mı duygularımı
hala sevebiliyor muyum insanları?
ovmalı gümüşlerimi,bakırlarımı,cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
saklı tutumalı gelecek inancını,yarınları,eksik etmemeli ağzımızdan
hançer kıvamındaki karamizah tadını
şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a
sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama
yeni bir yıla
ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda
bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta

25 Aralık 2011 Pazar

Uzaktaki sevgililer için yastık çıkmışş-Pillow Talk

Bu da mı dedirten bir olay , bir icat çıkmasa şaşıracam:)Pes dedirten bir tasarım harıkası.Gerçi benim gibi ne uzakta ne yakında sevgilisi olanları niye enterese ediyor bu durum bilmiyorum ama beğeniverdim işte.

Efendim İskoç tasarımcı Joanna Montgomery’ nin fikri olan bu yastık(nam-ı diğer pillow talk), uzak mesafelerde bulunan romantik aşıklar için üretilmiş. Takılan yüzük sayesinde sistem, karşı tarafın yastığı ile iletişime geçiyor. Yastığa başınızı koyduğunuzda karşı tarafın yastığı ışıldamaya başlıyor ve sizin yattığınızı anlıyor. Karşı taraf da yattığında, sevdiğinizin kalp atışlarını duymaya başlıyorsunuz.PEsss demeyeyim de ne diyeyim:)OLurda sevgili hasret çekenler varsa bence çok romantik bir hediye olur diye düşünüyorum.Ama diğer taraftan yüzükten ölesiye korkan erkek bolluğunda olan bir memlekette(yada bana böyleleri rastlıyor bilemicim:)tutulur mu ,kullanılır mı bilmiyorum.Şahsen çok şirin bulduğumu söylemeden edemiyeceğim.Tam böööööyle "ayyyyy ne güzellllll.Ay ne romantiiiiikkk!!"nidalarını da duymuşluğum var.Yaşasın tek değilim:P İşte videosu:)

23 Aralık 2011 Cuma

Bilincin yapamadığını beden telafi eder

3gündür kabus gibi mide ağrısı,bulantı,kusmayla ugrasıorum.Hayatımda ilk kez serum yedim 3saa15dakika.Sabit bir yerde bile oturamayan ben bir yatakta o kadar saat kıpırdayamadan yatmak çok zordu.Allah herkese acil şifalar versin.Cok zor bir seymiş kalkamamak insan kaybedince anlıyor degerini.Yemek yemek hatta su içmekte öyle 36saat sadece yarım bardak su içebildim o da ilaçları yutabilmek için.Su bile midesini bulandırır mı insanın?:((

Şükür bugün kalktım, oturuyorum,bulantım çok az.Mideme katı ve sıvı bir şeyler inmeye başladı.Bir kitaptan aklımda kalmıştı."Hastalıklarda beden-ruh ayrımı sadece tanıyı koyarken gereklidir" diye.Hastalık belirtileri bizi gittiğimiz yolda bir durdurup, bir arabamızı bozup bizi bir şeylerin yolunda gitmediğini,yanlış yaptığımızı göstermek için varlar sanki.

Duyguları dışarı değil içeri yönlendirince mide hastalıkları oluşurmuş.İnsan kendi kendini sindirir,parçalar,öğütmeye çalışırmış.Bu yüzden dışarı yansıtmayı öğrenmek gerek.Bilincin yapamadığını beden telafi ediyor...

21 Aralık 2011 Çarşamba

Neşeli bir günün sabahında...

Her sabah bu şarkı gibi kıpır kıpır olsuuuuunn:))

Neşeli bir günün sabahında
Bırak gönlün uçup gitsin hayallerin peşinde
Umut sürüdkçe sürdükçe birgün biryerlerde
Mutluluk mutluluk kapını çalar

Mutlu aşkları uzaklarda arama
Zaman gelince gerçek olur her rüya
Geri dönüp gidenleri arama
Unutur insan herşeyi zamanla

Sıcacık bir bahar yağmuruyla
Bırak ıslansın ellerin pişman olmazsın korkma

Umut sürdükçe sürdükçe birgün biryerlerde
Aşk düşer yollarına kalbin çarpar
Hayat sürüdkçe sürdükçe birgün biryerlerde
Mutluluk mutluluk kapını çalar

Mutlu aşkları uzaklarda arama
Zaman gelince gerçek olur bu rüya


19 Aralık 2011 Pazartesi

Van için..daily inspiration

Amerika'da yaşayan bir blogger arkadaşımız (http://decaflatte.typepad.com/) taaa oralardan buralara ne yapabilirim,nasıl yardım edebilirim diye düşünürken çeşitli resim ve yazılardan oluşan bir kitap yapmaya karar verdi. Hem de çok kısa bir zamanda.Bunu blogundan duyurdu ve yardım istedi ulaşabildiklerinden.Benim de çorbada bir tuzum bulunsun diyenler, kendi çektikleri resimleri yolladılar ve 64 sayfalık bu kitap oluştu.

Kitabın geliri "Bridge to Turkey"adlı (Bu kurum Amerika'da bulunan ve Kuzey Amerika ile Türkiye arasında bir köprü olan ,ekonomik durumu yetersiz vatandaşlarımıza yardım amaçlı bir kurulmuş bir oluşum)hayır kurumu aracılığıyla ilgili yerlere gönderilecek.

Blurb'a ana sayfamdaki linkten ulaşabilirsiniz.İnsan gönülden istesin yeter ki bir şeyi... Mutlaka yapacak bir şey bulunuyor.

18 Aralık 2011 Pazar

Yeni Etkinlik:İkametgah Kadıköy

 
 
İkametgâh Kadıköy, Kadıköy’ün öncü sanat oluşumlarını ve Kadıköylü sanatçıları ortak bir platformda birleştirerek Anadolu Yakası’nda süregiden bağımsız çağdaş sanat üretimini ve kolektifliği gündeme getirmeyi amaçlıyor. Kadıköy’deki üretimi ve paylaşımı çıkış noktası alan etkinlik, merkezinde farklı karakterlerdeki mekânlarda ayrı perspektif çeşitliliği sunan sanatçılarla aynı projeyi estetik bir çizgide buluşturuyor. 25 Ocak’ta izleyicilerin deneyimine açılacak İkametgâh Kadıköy’ün yaratıcıları Anadolu Yakası’nın “yeni” ve “alternatif”in üzerinden bağımsız kültürel ve sanatsal çalışmaları destekleyen Asfalt, Hush Galeri, İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi, KargART, Piha Kolektif Sanat ve Dunia alanlarıdır. Bu 6 sanat alanı sabit sınırları özgürleştirerek yeni bir sanat yolu inşa ediyor ve bu yol üzerinden Kadıköy kimliğini soyutlaştırarak İstanbul’un sanatsal doğasına alternatif bir bakış açısı geliştirmeyi, -“eksik parçaya köprü tutarak”- bağımsız çağdaş sanatla ilgili söylemi  ve de sanatın tüm boyutlarını daha çok izleyiciyle buluşturmayı hedefliyor.
 
25 Ocak-19 Şubat tarihleri arasında Anadolu Yakası’nda ilk defa gerçekleşecek kolektif sergi projesi Kadıköylü sanat oluşumlarının yeni projelerine de yön verecek. Etkinlik süresi boyunca ve ardından ortaya çıkacak kıpırtıların “an”larda bıraktıkları izler ve sesler doğrultusunda amaçlarını sürdürmek için araştırmalarına ve paylaşımlarına devam edecekler.
 

 

17 Aralık 2011 Cumartesi

2011'de Okunanlar

Her yıl kaç kitap okudum,neler okudum,hangileri neler kattı diye bir gözden geçiririm kitaplığımı..2011'de bitenler listem:

*Eş Ruhumun Eş Zamanı-Işık Elçi

*Tanrı ile Sohbet- Neale Donald Walsch

*Şükür Defteri- Meral Ceylan

*Esmaül Hüsna - Işık Elçi

*Mavi Orman - Defne Suman

*Meleklerle Yaşamak- Beki İkala Erikli

*Meleklerle Yaşamak El Kitabı- Beki İkala Erikli

*Erkek Dedikodusu - French Oje -TB

*S*ktir Et- John Parkin

*Evrenden Torpilim Var - Aykut Oğut

*Aşk Kuantumu - Nuray Sayarı

*İçinizdeki Gücün Sırrını Keşfedin - Nuray Sayarı

*Spiritüella - Nevşah Fidan

*Firarperest - Elif Şafak

*Kadın Gibi Düşün Erkek Gibi Davran - Steve Harvey

*Bakire Kızlar ve Ötekiler- Neşe Cehiz

*Farkında Abla Aydınlanma Yolunda - Isabel Losada

Yıl sonu muhasebesi...

Her yıl yılın son günlerinde yeni bir defter alırım ben.O yeni deftere yepyeni dilekler,yeni güzellikler yazacağım derim.Ama çoğu zaman eski yadigarlardan vazgeçemem ve yine eskiye yazarım.O yeniler de hep yeni olarak kalırlar.Ama bu sene iki defter tutmaya karar verdim.Birincisi; bir kaç yıldır yazdığım artık sonuna yaklaştığım ama bitrmeden elimden bırakmama kararı aldığım"yadigar" olacak.Yadigar'a o kadar çok şey yazdım o kadar çok ben var ki onda onu bıraksam sanki ihanet edecekmişim gibi geliyor.Zaten yakında anılar kutusuna gidecek.Kısıtlı zamanı onunla geçirmeye karar verdim.

İkinci defterim; hayal,hedef defterim olcak.Bu defteri  geçen sene hurriyetin bir çekilişinden kazanmıştım.Hatta hayatımda kazandığım ilk çekilişti.Kıpkırmızı üzerinde hiç bir desenin olmadığı,dokununca kadifeye dokunur gibi hissettiğiniz bir defter bu defter.Ve defterin her sayfasının üstünde iki adet -bir dişi bir erkek- kuş var.Bu defterine hayal ve hedeflerimi yazıp nereden nereye geldiğimi neler yapmam gerektiğini yazmaya karar verdim.

Bir de buradan yazacağım 2011 muhasebemi,okuduğum kitapları ve dileklerimi...

2011'de keşfettiklerim,öğrendiklerim:

*Bu yıl kendimle daha barışık olmayı öğrendim.Önceki yıllarda kendimi arıyorum,kişisel olarak gelişiyorum(!)derken aslında kendi kendimin gırtlağını sıkıyormuşum bunu fark ettim.

*Rahat olmayı,akışta olmayı,olan her şeyin hayrıma olduğunu fark ettim

*Sık sık hasta olmamın,her mevsim bademciklerimin şişip boğazımın ağrımasının sebebinin aslında benim söylemek isteyipte söylemediklerim,yaşamak yapmak isteyipte yapmadıklarımın errorları olduğunu fark ettim.İçime attığım,dillendirmediğim her dert ve sıkıntı beni hasta ediyormuş vücudumu dinlediğimde öğrendim.

*Düzenli spor yapmanın özellikle yoga ve pilatese başlamanın omurga ve duruş üzerinde ciddi etkisi olduğu gördüm.Ben dik durabiliyor ve dik yürüyebiliyormuşum bunu öğrendim:)Ve bu bedenime olduğu kadar  ruhuma da iyi geliyormuş.

*Her zaman her şeyi kontrol altında tutma takıntımın,manyaklığımın boşa bir çaba olduğu gördüm.Olan, olması gerektiği için oluyor zaten.

*Gezgin ruhumu sevmeyi öğrendim.Artık insanların "aa gene mi bir yerlere gidiyorsun.Ahh bu yalnızlıktan.Hayatında kimse yok işte ondan böyle yapıo"gibi enterasan tespitlerinin(!) hayatımda çook keyif aldığım ve bilgimi ve ruhumu besleyen gezmece tozmaca aktivitelerimi baltalama çalışmalarını izin vermemeyi öğrendim.

*Zaman geçtikçe herkesin değişebileceğini , yılların dostlarıyla bile bazen ayrı düşebileceğimi öğrendim ve onları kendi yollarında özgür bıraktım.

*Hayatımdan bana çok zarar verecek bir şekilde çıktıklarını düşündüklerimin iyiki de gittiklerini hatta bana yarar sağladıklarını gördüm.

*Aşk'ın gizli saklı,aman amanlarla,sıfıra yakın bir beklentiyle,tek taraflı özveriyle,sürekli alttan almakla,korkuyla,kimselere haykıramadan,ruha iyi gelmeden,sarıp sarmalanmadan,sımsıkı elle yürünmeden,huzur olmadan yaşanamayacağını ve de bunun "aşk"a haksızlık olduğunu öğrendim

*İnsanın hem gezmeyi eğlenmeyi çok sevip hem de yemek yapmayı,evde oturmayı,misafirler ağırlamayı,çoluklu çocuklu bir hayat yaşamayı,uzun aile sofralarında keyifle oturmayı,diziler izleyip çekirdekler çitletmeyi,tavşan kanı çaylar içmeyi sevebileceğini kabul ettim.Yani bence ben normalim:)

*Blog dünyasına girdim gireli hiç tanımadığın,görmediğin insanlardan bile ne çok şeyler öğrenip,ne ortak noktalar görüp,birbirine hem benzeyen hem çok ayrı bir sürü bir sürü dünya ve renk olduğunu ve tüm bu renklerle kendi dünyalarımızda yaşarken kocaman bir renk paleti gibi olduğumuzu gördüm.Yalnızlık hissimin kaybolduğunu farkettim..

Şimdilik aklıma gelenler işte...Çıtır çıtır yedik bu yılı tavşanlar gibi.Bazen hızlı hızlı bazen tadına vara vara...Öyle böyle bitti.Benim için güzel geçti...

15 Aralık 2011 Perşembe

Bir rüya...

Aylar ,aylar,aylar sonra ilk kez rüyamda gördüm seni geçen gece...Karanlıktı yolun karşısındaydın, benim yanımda 2 kişi vardı.Seni görünce elim ayağım titredi yine.Sen beni gördün, önümüzdeki beyaz arabanın camından ben miyim acaba diye doğrularcasına bakarken karşıya geçtin.Sonra bana baktın o içime içime işleyen muzur bakışlarınla.Ne güzel gülüyordun... "nabeeeer?"diye şımarık şımarık sordun.Ben de güya pas vermiyor gibi "iyi işte nereden çıktın" dedim."Dizimde bir şey var" dedin anlamadım.Sonra başka birşeylerde dedin sanırım ama rüyamda bile inan o gözlerini, o bakışlarını duydum tek.. sözlerini değil...Bunca zaman sonra böyle hissedeceğimi düşünmezdim.Ve ben o geceden beri her gün evinin önünden geçerken "aşk"diye sesleniyorum içimden...kimbilir kimlerlesin?mutlu musun değil misin?hayatın düzene girdi mi istediğin gibi?gercekten istediğin hayatı yaşıyor musun korkmadan yoksaymadan herşeyiyle?.

Yine gözlerim dolu...Ama bırakıyorum bendeki seni...senin yolunda sen hep iyi ol...Rüyadan uyandığımda "artık özgürüz,artık affediyorum" derken buldum kendimi uyur uyanık...Niye öyle dediğimi bilmiyorum...Bildiğim artık ikimizin de sadece rüya yollarında "aşk"la kesiştiği...:(((

13 Aralık 2011 Salı

Şeb_i Aruz 2-Şems_i Tebrizi

Şems-i Tebrizi  İran'ın Doğu Azerbaycan Eyaleti’nin yönetim merkezi olan Tebriz şehrinde m. 1185 yılında  Melik Dad oğlu Ali adında bir zatın oğludur ve Şemseddin yani dinin güneşi lâkabıyla anılmıştır.Daha küçük yaşlarda, manevi ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine Şemseddin Perende (uçan Şemseddin) denilmiş, ayrıca Tebriz’de tarikat pîrleri ve hakikat arifleri ona Kâmil-i Tebrizi adını vermişlerdir.

Hz. Muhammed’in ahlakını örnek alan Şemseddin-i Tebrizî, devamlı bir arayış içerisinde olmuş, manevî bir işaret üzerine de Mevlana’yı arayıp bulmuştur. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlana ile üç-üçbuçuk yıl süren beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş, onu ilahî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur.

Şems-i Tebrizi Şam’a döndüğünde, Mevlana Celaleddin için onun yokluğu dayanılmazdır. Şems’in varlığını kabullenememiş kimseler, Mevlana Celaleddin’e ileri geri laflar etmişlerdir. Mevlana’nın bu kimselerden birine verdiği cevap şöyledir:

"Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime; hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler ağaçlar görür; deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lâkin siz bunların hiçbirini göremezsiniz."
Bir süre sonra Şems, Celaleddin’in oğlu Sultan Veled’in çağrısı üzere Konya’ya geri gelir. Celaleddin, bir daha şehirden ayrılmasın diye, onu bir kızla evlenmeye ikna eder; bu kız Celaleddin’in evinde evlâtlık olan Kimya Hatun’dur. Kimya Hatun’a gizliden aşık olan, Mevlana’nın küçük oğlu Alaaddin, bu durumu hazmedemez ve Şems aleyhtarlarının yanında yer almaya başlar.
Şems hicri 645, miladi 1247 tarihinde Mevlana'da meydana gelen büyük değişikliği hazmedemeyenler tarafından mı öldürüldü, yoksa geldiği gibi kimseye haber vermeden Konya’yı terk mi ettiği bilinmemektedir.

Bu gün Konya’da Şems makamı olarak bilinen, halk ve bilhassa Mevlevilerce Mevlana türbesinden önce ziyaret edilen bu mescit-türbe de mevcut sanduka, boş bir sanduka mı, yoksa Şems gerçekten burada mı gömülüdür bilinmez.

Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz şehrinde "Geçil" denilen mezarlıkta, aynı bölgede Hoy’da, Pakistan’ın Multon şehrinde Şems türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Pakistanlıların söylediklerine göre de Şems, Konya'dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, Hoy şehrine hareket etmiş ve orada yerleşmiştir. Rivayete göre Şems-i Tebrizi Hoy’da vefat eder ve orada gömülür. Mezarı, Unesco Dünya Kültür Mirası'na aday gösterilir. Bir rivayete göre, Mevlana’nın küçük oğlu Alaaddin de, Şems'i öldürenler arasındadır.

Şems’in Konya'daki türbesi küçük, mütevazı, adeta saklanmış bir yerdir. Mevlana’nın o ihtişamlı türbesinin yanında -ki Mevlana "En güzel türbe gökkubedir" der.





Şeb_i Aruz 1-Mevlana

Haftasonu geçen yıldan beri gitmeyi planladığım Konya'ya gittim.Şeb-i Aruz törenlerine katıldım, Konya'nın hoşgörülü insanlarını tanıdım,bol bol dualar ettim,Şems-i ve Mevlana'yı bir de oralı rehberlerden dinledim.Nasıl bir huzur nasıl bir doyum ve kendine dönüştür.Hatta aklıma ilk geeln rehberin daha otobüs yolculuğunda söylediği sözler.Her başlangıcın bir bitişi,her yolun bir sonu,her gidişin bir dönüşü ve her dönüşün bir sonu vardır...Yaşam döngüsü de bu değil midir zaten?Bu yüzden dönmezler mi semaya gözler kapalı,eller açık,yürek aydınlık...

Detaylı olarak bir kaç postta yazmak istiyorum.Sıkmadan ,sevdirerek, hatırlatarak.Çoğu rehberin de anlattığı wikipediadan aldığım bilgiler,resimler çekime izin verildiği ölçüde benim.

Mevlânâ bugünkü Afganistan'da bulunan Belh'te doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harzemşahlar hanedanından Türk prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.[12] Babası, Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanı ile tanınmış,
Mevlânâ Celaleddin-i Rumi (Rumi adı, Anadolu'ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu'ya Diyarı-ı Rum deniliyordu); "Efendimiz" manasına gelen Mevlânâ ise, kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir), dönemin İslam kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Bilginler Sultanı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl O'na hizmet etmiştir.

Harzemşah hükümdarları Bahaeddin Veled'in halk üzerindeki etkisinden her zaman tedirgin olmuştu; çünkü o, insanlara son derece iyi davranır, ayrıca onlara her zaman anlayabilecekleri yorumlar getirir, derslerinde kesinlikle felsefe tartışmalarına girmezdi. Söylenceler, Bahaeddin Veled ile Harzemşah hükümdarı Alaeddin Muhammed Tökiş (ya da Tekiş) arasında geçen bir olaydan söz eder: Bahaeddin Veled bir gün dersinde, felsefeye ve felsefecilere şiddetle çatmış, onları İslam dininde var olmayan şeylere (bid'at) uğraşmakla suçlamıştı. Ünlü İslam felsefecisi Fahrettin Razi buna çok kızdı ve onu Muhammed Tökiş'e şikayet etti. Hükümdar, Razi'yi çok sayar ona özel olarak itibar ederdi. Razi'nin uyarıları ve halkın Bahaeddin Veled'e gösterdiği ilgi ve saygı bir araya gelince, kendi yerinden kuşkuya düşen Tökiş, Belh kentinin anahtarlarını ona gönderdi. Bu, benim yerime iktidarı sen kullan, anlamına gelen bir davranıştı. Söylendiğine göre bu davranışı "bir yerde iki sultan olmaz" diye karşılayan Bahaeddin Veled, hemen göç hazırlıklarına başladı, ailesini, kitaplarını, sadık müritlerini yanına alarak ülkeden ayrıldı

Kafile, Bağdat'ta üç gün kaldı; sonra hac için Arabistan'a yöneldi. Hac dönüşü, Şam'dan Anadolu'ya geçti ve Erzincan, Akşehir, Larende'de (günümüzde Karaman) konakladı. Bu konaklama, yedi yıl sürdü. On sekiz yaşına gelmiş olan Celalettin, Semerkandlı Lala Şerafettin'in kızı Gevher Hatun ile evlendi. Oğulları Mehmet Bahaeddin (Sultan Veled) ile Alaeddin Mehmet, Larende'de doğdular. Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat, sonunda Bahaeddin Veled'i ve Celaleddin'i Konya'ya yerleşmeye razı etti. Onları yollarda karşıladı. Altınapa Medresesi'nde konuk etti. Başta hükümdar olmak üzere saray adamları, ordu ileri gelenleri, medreseliler ve halk, Bahaeddin Veled'e büyük bir saygıyla bağlanıyor, müridi oluyordu. Bahaeddin Veled 1231'de Konya'da öldü ve Selçuklu Sarayı'nda gül bahçesi denilen yere defnedildi. Hükümdar yas tutarak bir hafta tahtına oturmadı. Kırk gün, imarethanelerde onun için yemek dağıtıldı. Bu mesnevisi de böylece sona ermiş oldu

 Babasının vasiyeti, sultanın buyruğu ve Bahaeddin'in müritlerinin ısrarlı ricaları sonucu Celaleddin babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle dersleri, vaazları ve fetvaları o verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tirmizli Seyhit Burhaneddin Muhakkik ile buluştu. Tirmizli olduğu için Tirmizi diye anılan Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celaleddin'i o çağda geçerli olan bütün İslam bilim dallarından sınava soktu. ve gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli (gönül ve ruh adamı) idi; sen kal ehlisin (söz adamı). Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin" dedi (Sultan Veled (Mevlânâ'nın oğlu) ünlü İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında olayı böyle anlatır). Bu uyarıdan sonra, Celaleddin 9 yıl boyunca Burhaneddin Muhakkik Tirmizi'ye müritlik etti, seyr-ü sülük denen tarikat eğitiminden geçti. Halep ve Şam medreselerinde öğrenimini tamamladı, dönüşte Konya'da hocası Tirmizi'nin gözetiminde art arda üç kez çile çıkarttı, riyazete (her tür perhiz) başladı. Hocası artık Kayseri'ye dönmek istiyor, Celaleddin onu bırakmıyordu. Günün birinde Tirmizi, öğrencisinden habersiz yola çıktı ama yolda atı tökezleyip düşünce ayağı incindi. Dönüp Konya'ya geldi ve Celaleddin'e "neden beni bırakmıyorsun?" diye sordu. O da hocasına "neden gitmek istiyorsun?" dedi. Tirmizi bu soruya şu yanıtı verdi: "Buraya güçlü bir gönül aslanı yöneldi, sana gelecek. Ben de bir din aslanıyım. Biz birbirimizle geçinemeyiz, birbirimize ağır geliriz". Bu açıklamadan sonra Tirmizi, Kayseri'ye gitti ve 1241'de orada öldü. Celaleddin, Konya'ya yönelen o gönül aslanını bir süre bekledi. Ne var ki, hocasını unutamıyordu. Bütün kitaplarını ve ders notlarını topladı. Fihi-Ma Fih (Ne Varsa İçindedir) adlı yapıtındaki açıklamalarında sık sık hocasından alıntılar yaptı. Beş yıl boyunca medrese fıkıh ve dinbilim okuttu, vaiz ve irşatlarını sürdürdü










9 Aralık 2011 Cuma

3.Kanyon Şarap Tadım Günleri Başlıyor


’III. Kanyon Şarap Tadım Günleri’ Başlıyor



Şarap sektörünü bir araya getiren en önemli etkinliklerin başında gelen ’Kanyon Şarap Tadım Günleri’nin 3’üncüsü, İstanbul Kanyon’da, 16-18 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Geleneksel hale gelen ve şarapseverlerin merakla beklediği etkinlik, yılbaşı öncesi şarapseverlere hem şarap üreticilerinin yeni şaraplarını tatma hem de yılbaşı için şaraplarını belirleme şansı verecek. 

16-18 Aralık tarihleri arasında Kanyon’da gerçekleştirilecek olan III.Kanyon Şarap Tadım Günleri süresince yapılacak şarap etkinlikleri kapsamında ziyaretçiler, Türkiye’nin önde gelen şarap üreticileri tarafından kurulan tadım standlarında birbirinden lezzetli şarapları, 16 ve 17 Aralık günleri  16:00- 20:00, 18 Aralık Pazar günü ise 14.00-18.00  saatleri arasında tatma fırsatı yakalayabilecekler. III.Kanyon Şarap Tadım Günleri’ne katılacak 18 üretici arasında bulunan Arcadia, Barbare, Büyülübağ, Chateau Nuzun, Diren, Doluca, Gülor, Kavaklıdere, Kocabağ, Küp, Pamukkale, Paşaeli, Selendi, Sevilen, Umurbey, Vinkara, Yazgan ve Yücel markalarının yaklaşık 160 farklı şarabı etkinlik süresince şarapseverlerle buluşacak. 

Etkinlik kapsamında Kanyon Bistrot Coco’da ücretsiz olarak gerçekleştirilecek olan ’Şarap Seminer ve Sohbetleri’nde;  yemek ve şarap uyumunun temel kuralları, İtalyan şarapları ve şarapçılığı, yıllandırılabilen ve genç içilmesi gereken şarapların özellikleri, şarapta denge, uzunluk, yuvarlaklık nedir, sommelier, winemaker, önolog kimdir, önoloji nedir gibi konulara yer verilecek.

ETKİNLİK TAKVİMİ :

16 Aralık  2011  Cuma

19:00  III.Kanyon Şarap Tadım Günleri  Açılış  Kokteyli

Yer: Etkinlik alanı

17 Aralık  2011  Cumartesi

17:00   Yemek ve Şarap uyumunun  sırları?

Jean Luc Colin- Önolog

Yer : BISTROT COCO   Kat : G

18:00  İtalyan Şarapları ve Şarapçılığı

Burak Demirel- Önolog

Yer : BISTROT COCO   Kat : G

19:00  Genç ve Yıllandırılabilen şaraplar? Özellikleri, üretimleri, tadım ve servisleri

Saba Açıkgöz - Önolog

Yer : BISTROT COCO   Kat : G

18 Aralık 2011  Pazar

15:00 Şarapların havalandırılması ve servisi

Perran Arıbal – Şarap Eğitmeni

Yer : BISTROT COCO   Kat : G

16:00 Şarapta denge, gövde, uzunluk, yuvarlaklık nedir?

Jean Luc Colin- Önolog

Yer : BISTROT COCO   Kat : G

17:00 Önoloji, Önolog, Winemaker, Sommelier nedir? Kimdir?

Saba Açıkgöz- Önolog

Yer : BISTROT COCO   Kat : G

*Etkinlik süresince her gün; belirtilen saatler arasında  şarap üretici tadım  standlarından  160’e  yakın  şarap tadımı  yapılabilecektir.


6 Aralık 2011 Salı

Noel Anne Blogger İşbaşında

Yeni yıl yaklaştı,hediye telaşları başladı.Bir koca yılı bitirdiğimiz şu günlerde yeni yıla yeni cici hediyeler paylaşarak girmek isteyen bloggerlar çekilişlere başladı.Benim şimdilik görebildiklerim bu arkadaşlar ...varsa başka bildikleriniz paylaşalım hep beraber:)

Makyaj Günlüğü
http://makyajgunlugu.blogspot.com/2011/12/yeni-yl-hediyeleriniz-hazr.html

Make Up Perfume
http://makeuparfume.blogspot.com/2011/11/urban-decay-victorias-secretladiva-yeni.html

Dark Chocolate Brown
http://darkchocolatebrown.blogspot.com/2011/12/mini-cekilis.html


3 Aralık 2011 Cumartesi

EngelSİZSİNİZ...Ya dünya böyle olsaydı!!!



Bugün dünya engelliler günü...Yaklaşık bir buçuk sene bir rehabilitasyon merkezinde çalışmıştım.Anasınıfımı çok seviyorum.Ama rehabilitasyonlardaki o manevi doyum,o işe yararlık hissi var ya hiç ama hiç birşeye benzemiyor.O mutluluğu o asla yorulmak bilmez hallerimi asla unutmayacağım.Her insan potansiyel engelli adayı.Kimimiz daha dünyaya gelir gelmez kimimiz bir kaza sonucunda yada ne bileyim yolda yürürken,koşarken her an her şey olabilir.Bir kırılma noktası yaşayıp bizlerde engelli olabiliriz.Lütfen lütfen engelliler için daha çok şey yapılsın.Eğitim şartları,iş okulları,kurslar daha çok olsun.Aileler çocuklarını utanmadan evden çıkarabilsinler.Ekonomik durumu iyi olmayanlar tüm sağlık ve sosyal haklardan yararlansınlar.Hastanelerde rapor almak için aylarca bekletilmesinler.Özel merkezler sırf para almak için sağlıklı bireyleri engelli diye gösterip başkalarının haklarını çalmasınlar.Yollar,asansörler,kaldırımlar,trafik ışıkları,sanat/konser/sinema salonlarının girişlerinde engelli girişleri ve asansörleri olsun.Her gün bir şeyler yapılıyor,bir şeyler değişiyor ama engelli vatandaşlarımız için daha yapacak o kadar çok şey var ki...Şu kısacık söz her şeyi anlatacak sanırım;

Engelli asansörüne üşüşen sapasağlam gençlerin, engelli park yerlerine araç bırakanların 3 Aralık Dünya Engelliler Günü kutlu olsun!

1 Aralık 2011 Perşembe

Dünyanın en pahalı ayakkabısı

Ayakkabı ve pırlanta deyince hepimiz bir dururuz değil mi? Bir de buna pırlantadan yapılan ayakkabı eklenince ekran karşısında kaç dakika gözümü kırpmadan baktığımı bilmiyorum.Ee boşuna 1000 yıllık garanti vermiyorlar:)

Milliyet'in haberi ve o şahane resimler...


Altın ve pırlantadan yaratılan ve 100,000 sterlin (150 bin 215 dolar) değerinde olan ayakkabılar İngiltere’de satışa sunuldu.

El yapımı ve dünyanın en pahalı ayakkabısı olma özelliğini taşıyan bu tasarımın adının ‘Eternal Diamond Stilettos’ olmasının sebebi elbette binlerce pırlanta ile kaplı olmaları…

Öncelikle kuyumcu bir ekibinin ellerinde şekillenen altın ayakkabıların üzerine daha sonra 2200 elmas işleniyor ve tüm bu işlem her bir teki için yaklaşık 100 saat sürüyor. Şimdiye kadar 5 çift alıcı bulmuş, ancak isimler kesinlikle açıklanmıyor. Dedikodulara göre ise Victoria Beckham, Paris Hilton ve Cheryl Cole’un da olmazsa olmaz listesine girmeyi başarmış.

Tasarımı Christopher Michael Shellis tarafından yapılan ve Birmingham, İngiltere’deki Jewellery Quarter tarafından üretilen ayakkabılar, The House of Borgezie tarafından satılıyor.

“Ayakkabılar kadınların kesinlikle karşı koyamadıkları şeyler ve ben de kuyumculuk ve tasarım yeteneklerimi gerçekten çekici bir şekilde ortaya koymak istedim” diyor Shellis ve ekliyor “Bu ayakkabılar ikonik, zarif ve feminen ifadenin kuvvetli bir şekli. Gelen tepkiler de inanılmaz oldu; gören insanlar duruyor ve seyretmekten kendilerini alamıyor.”

Göz kamaştıran bu yüksek ökçeli ayakkabılar 1000 yıllık garanti ile teslim ediliyorlar.

http://kadin.milliyet.com.tr/dunyanin-en-pahali-ayakkabisi/moda-stil/haberdetay/03.02.2011/1347805/default.htm

Some Quotes